29 Temmuz 2013 Pazartesi

Sudan Sebepler



Işığı açsam iyi olacak. Saate bakıyorum; neredeyse akşam 8, yelkovan 12'ye 10 var.

Aynaya bakıyorum; gördüğüm ben değilim. Çünkü ayna yattığım yerden sadece tavanı ve lambayı gösteriyor. Hava girsin diye açmadığım pencereden giren hava yetmiyor. Yan dönüyorum: "Dışarı çıksam n'apacağım?" diyorum, diğer yana dönüyorum: "Çıkmasam n'apacağım?" diyorum. Soruya soruyla karşılık verince ikna oluyorum. Nereye gideceğimi bilmiyorum ama 8:15'de duraktan geçen otobüs var. Ona güveniyorum. Nereye gittiğini bilir gibi bir hali oluyor körüklülerin. Hemen doğruluyorum ve yerdeki iki çoraba yataktan kalkmadan ulaşmaya çalışıyorum. Kollarım kısa kalıyor. Arabanın altına kaçan topu çıkartmaya çalışır gibi ayak parmaklarımla uzanıyorum. Kokluyorum, "Bugünü de çıkartır" diyorum. Aynaya bakıyorum, "Tipini sikiyim" diyorum. Banyoya girip, hızlıca suyun üstümden akmasına izin veriyorum. Kollarım, bacaklarım, her şey yabancı geliyor. Su aklımı alıyor. Su ıslak saçlarıma değdikçe kafam ellerimde ufalıyor. Başıma şefkat gösteriyorum ama acele de etmem lazım, malum, otobüs.. Kapının arkasından rastgele elime gelenleri üzerime geçirip kapıya varıyorum. Ayakkabılığım mevlit okutulan evin ayakkabılığı. Biri hariç hiçbiri eşinin yanında değil ama yine de tek eşliler; takdir ediyorum. Yan yana olanlar arasında 90 derece var. Belli ki sağdakini soldakinin kıçıyla çıkartmışım. Keratayı bulmam lazım yine bağcıkları çözmeden bırakmışım. "Silsem mi?" diye bakıyorum ama yine tozlanacaklar birazdan. Üşengeçliğimin bana ayar vermesine seviniyor, kapıyı kilitliyorum. Kulaklığı kulak içime yerleştirene dek gözlerime dalmak için kapıyı seçiyorum. Yürüyorum, posta kutularını sağlı sollu arkamda bırakıyorum. Üzerinde kapı numaramın yazılı olduğu kutunun yanından geçerken telefonla oynuyor gibi yapıyorum.

"If you'are leaving close the door
I'm not expecting people anymore"
- Apartman sakinlerinin dikkatine -
"Hear me grieving, I'm lying on the floor.
Whether I'm drunk or dead I really ain't too sure"
- Ödenmemiş borcunuzdan dolayı... -

Adımlıyorum. Her şey silik, her şey. Bakmıyorum ama insanların hepsinin yüzü aynı geliyor. İnsanların yüzsüzlüğüne yoruyorum. Hepsi hareket etmeleri gerektiği için, hareket etmeleri gerektiği kadar hareket ediyor. Hepsi dekor, hepsi duruyor. Ben yürüdüğüm için onlar hareket ediyor gibi geliyor. Saat satan zenci, şifresini girdiği ekrandaki "... kampanyasına katılmak ister misiniz?" menüsünde 'hayır' tuşunu arayan kadın. Hepsini ben yaratmışım o an, o anıma eşlik etmek için varlar gibi geliyor.

2-3 şarkı geçmiş; otobüse binişimi ve inişimi hatırlamıyorum. Kendimi 3. basamaktan Üsküdar motoruna atlarken buluyorum. Üst kata çıkmayı, yere oturup sigara yakmayı planlıyorum.

Motor geri dönerken baktığım yönün değişeceğini bildiğimden köprüye veriyorum yüzümü. Diğerleri habersiz gerizekalıların. Bazen çok zalım olabiliyorum. Halatlar da toplandığına göre hareket etmemize ramak var. Önce kafaları görünüyor son saniye yolcularının üst kat merdivenlerinde. Hepsi birazdan görünecek ayaklarına bakıyor, son basamağa geldiklerinde ellerini çözüyorlar korkuluklardan. Oysa canları hiç beklemedikleri anda düştüklerinde acıyacak en çok. Düştükleri yer en yüksek olacak arkasındakiler kaçışırken. Yine de yüzlerinde motoru kaçırma ihtimalinin heyecanı. Oturacak yer bulduklarında o heyecan yerini huzura bırakıyor.

Suyun karşı tarafını başka seviyorum. Ayıran sadece su olduğunda ayrılıkları kabul edebiliyorum. İki yaka, iki kıyı. Mesela yüzsem diyorum; istediğim yerden çıkarım karşıya. Oysa yol öyle mi? Olduğun yerin, olman gereken yer olmadığını farkettiğinde yeniden başlıyor. Bitmiyor.

Suyun kenarından yürüyorum ucu Kadıköy'e çıkan yolda. Biraz yürüyünce çay bahçelerinin yanındaki işaret kulesinin dibine konuşlanmış, öylesine geçenlerden çalıların sakladığı bankı buluyorum elimle koymuş gibi. Bir hali var; sadece ihtiyacı olanlara bulunmak ister gibi. İkimiz de aynıyız geçen temmuz bugün buluştuğumuzdan beri. Onda biraz toz birikmiş, bende biraz ölü toprağı.